Perşembe, Aralık 04, 2025

ARA-LIK 2. Yazı

Bugün her zaman geçtiğim yollardan birinden yürüyorken düşünüyordum. 
Son iki senedir çevremizdeki alanlarda yeniden hızlanan inşaat furyası nedeniyle bir çeşit yoksunluk çekiyorum. Belki de çoğumuz böyle hissediyordur, bilemiyorum.
Hissettiğim yoksunluk, bir tür kendimi yadırgamaya kadar varan çevremi yadırgama hissinden kaynaklanıyor, sanırım.
Sokaklar, mahalleler o kadar hızlı değişiyor ki! 
Bir bakıyorum, bir binanın  önüne bir inşaat tabelası asılmış, bir kaç gün sonra daireleri boşalmaya başlamış, derken kapılar, pencereler sökülmüş, ardından  alüminyum veya tahta perde ile etrafı çevrilmiş, önündeki kaldırım taşları kaldırılmış, yerine alelusul beton dökülmüş.
Bunu takip eden iş, binanın üzerine çıkarılan ekskavatörlerle etrafı toz toprak içinde bırakarak gürültüyle yıkılması oluyor.
Yıkım sonrası bir süre sessiz ve hareketsiz günler, haftalar geçiyor. 
Derken bir gün kocaman aletlerle toprak kazılmaya, sert zemine denk gelindiyse takatakatatka sesleri eşliğinde delinmeye başlıyor.
Temel kazısı tamamlanınca inşaat işçilerinin hummalı faaliyetleri başlıyor, demirler yerleştiriliyor, temel atılıyor, yeni gürültü nesnesi olarak beton pompaları çalışmaya başlıyor.
Katların çıkılması tamamlanınca gürültülü faaliyetler nispeten azalıyor ve binanın sıvanması, katların iç donanımlarının yapılması işlerine geçiliyor.
Sonra bir gün o her zaman yürüdüğüm yolda bir yadırgama hissiyle başbaşa kalıyorum, zira binanın önündeki tahta ve metal perde kaldırılmış ve bahçe düzenlemesi işlerine geçilmiş oluyor.
Ne kadar düşünürsem düşüneyim, bir türlü hatırlayamıyorum; orada daha önce nasıl bir bina vardı, kaç katlıydı, altındaki dükkan ne satardı...
Ve böylece bu hızlı değişimleri yaşayıp öylece geçerken, belki de hiç farkına varmadan hayatımız bir çeşit aşınmaya uğruyor.
Tuhaf zamanlardan geçiyoruz, tuhaf.



Şu güneşin altındaki bankta otursak, ağaca, denize baksak biraz içimiz geçse ve uyandığımızda daha mutlu olduğumuz bir zamanda bulsak kendimizi. 
Olur belki...

Pazartesi, Aralık 01, 2025

ARA-LIK 1.Yazı

Sevgili seri yazılar kaptanımız Mindmills blogunun sahibesi Neslihan K. ilk ARA-LIK yazısını yazdı ve yeni seriye yol gösteren fikrini ortaya koydu. 
Şöyle yazdı Üç Şehrin Hikayesi'ni anlatırken:
Düşünmüş düşünmüş ve demişim ki;
Ve sonra bugün yılın son serisinin ilk yazısına şurada başladı.
Kendisini takip etmek zevkini kaçırmamak için, koşuşturmalı bir günde ilk yazıyı postluyorum. 

Eskiden Ekmekcikız'da çok daha sık yazarken, Aralık ayında genellikle bir hesaplaşma, bir döküm yaptığımı hatırlıyorum. İlerleyen yazılarda tekrar dönüp oralara bakacağıma, o hesaplaşmalardan pay çıkaracağıma eminim.

Bugünlük size eskiden yapmayı çok sevdiğim ve yine bloglardaki  etkileşimle tarifini bulduğum, denediğim bir tatlıdan söz edeceğim.
Geçenlerde kızım anne ayva tatlısı yapar mısın deyince, hemen tarif defterimi karıştırdım. Aa! Yok, bulamadım! Sonra aklıma geldi ve sevgili blogumda aradım ve işte karşımda eski yazı, denenmiş tarif, mis gibi ayva tatlısı.
Tarih 2009 yılı ve aylardan Aralık tabii ki!




Denemek isterseniz, tarif eski yazının yukarıya eklediğim linkinde yer alıyor.
Yukarıdaki fotoğraf, son yaptığım tatlının pişmiş hali.
Tam mevsimi, kısık ateşte uzun sürede pişmesine sabır gösterin ve sonucu tadın, pişman olmayacaksınız.

Ufak Not:
Bu defa ayvaların göbeğine sadece karanfil değil, tarçın ve yıldız anason da koydum, pişerken çıkan kokuların nefasetini tanımlamak güç, doğrusu.

Pazar, Kasım 23, 2025

İkibindörtyüzkırkikinci yazı

 

Ekim geçti, Kasım nasıl geçiyor anlamadım ve günün tarihine bir de baktım ki bugün sevgili bloğumun doğum günü. Başlıktaki harfleri rakama çevirirsem, bu 2442. yazı ile yeni yaşın kutlu olsun sevgili bloğum.

İlk yazıyı 23 Kasım 2006'da yazmıştım, tamı tamına 19 sene geçmiş, sadece vayy diyebiliyorum.
Eskiden çocuklarımın doğum günlerinde bir inanamazlık sarsıntısı yaşardım, artık o halleri aştım, sanırım. Şimdiki halde o inanamazlık halini  blog yavrularım için biraz yaşıyorum.

Ekmekcikız'ı okuyan, yorum yazan, kimisiyle zaman içinde tanıştığım, bir kaçıyla can dost olduğum, kimisi artık yazmayan herkesin bu blogda katkıları var. 
Biz şimdiki gelip geçici, bol kaydırmalı, okuması yazması kıt interaktif dünyadan çok önce buralardaydık  ve bence burada böyle kalmaya devam etmemiz en iyi seçenek.

Öyleyse, birlikte nice blog yazılarına ve yeni senelere. 

Çarşamba, Ekim 22, 2025

Sombahar Anıları

 

Fenerbahçe Parkı,

Bizim kıyının hazinelerinden, o asırlık sakız ağaçlarıyla özellikle.
Ruhuma en iyi gelen yerlerden biri, her mevsimde.
En çok baharlarda ama.
İlkbaharda şimdilerde sayıca çok azalmış olsalar da erguvanlarıyla,
Ve mis kokulu ılgınlarıyla,
Sombaharda yapraklarını döken ağaçlarıyla, sakinliğiyle
.



Parkın kedileri,

Koloni halinde yaşıyorlar, seveni bakanı o kadar çok ki...
Alışmışlar insana ve pek halden anlarlar, sevecenler.
Bir ılgının altında oturmuş, içimden geçen hüzün bulutlarını kovalamaya çalışıyorken bu pisicik yanıma geldi. 
Dokundum sırtına, yumuşacıktı. Sevdim, mırlamaya başladı, kucağıma çıktı, ceketimden içeri girecekmiş gibi başını yasladı, neredeyse sarıldı. 
Öyle iyi geldi ki anlatamam.



Dökülen yapraklar, yeşeren yoncalar,

Aslında bu seriye bu mevsim ağaçların altında büyüyen mantarları da eklemeliyim, onlar da her yerde.
Doğanın enerjisi, kuruyanın içinde onun koruyuculuğuyla çıkan canlı ve yeşil enerji,
Hiç bitmeyen devinim; hayat!

Salı, Ekim 14, 2025

Haliç Kıyısından

Çektiğim Haliç kıyısı fotoğraflarına kıyamadım, onları da buraya alıverdim.


Sol başta, Balat'tan Demir Kilise adıyla da bilinen Sveti Stefan Bulgar Kilisesi,
Yanında Hasköy'deki Rahmi Koç Müzesi ve önündeki Fenerbahçe vapuru,
Sol altta tepedeki bina kırmızı tuğlalarıyla tanınan Fener Rum Ortaokulu, 
Sağ yanında Kasımpaşa'daki Eski Osmanlı Bahriye Nezareti, Kuzey Deniz saha Komutanlığı binası.



Bu defa denizden Haliç kıyısına değil, kıyıda oturmuşken Haliç'e bakıyoruz,
Rahmi Koç Müzesi, Halat'ın bahçesinden Haliç'e doğru.