Bugün her zaman geçtiğim yollardan birinden yürüyorken düşünüyordum.
Son iki senedir çevremizdeki alanlarda yeniden hızlanan inşaat furyası nedeniyle bir çeşit yoksunluk çekiyorum. Belki de çoğumuz böyle hissediyordur, bilemiyorum.
Hissettiğim yoksunluk, bir tür kendimi yadırgamaya kadar varan çevremi yadırgama hissinden kaynaklanıyor, sanırım.
Sokaklar, mahalleler o kadar hızlı değişiyor ki!
Bir bakıyorum, bir binanın önüne bir inşaat tabelası asılmış, bir kaç gün sonra daireleri boşalmaya başlamış, derken kapılar, pencereler sökülmüş, ardından alüminyum veya tahta perde ile etrafı çevrilmiş, önündeki kaldırım taşları kaldırılmış, yerine alelusul beton dökülmüş.
Bunu takip eden iş, binanın üzerine çıkarılan ekskavatörlerle etrafı toz toprak içinde bırakarak gürültüyle yıkılması oluyor.
Yıkım sonrası bir süre sessiz ve hareketsiz günler, haftalar geçiyor.
Derken bir gün kocaman aletlerle toprak kazılmaya, sert zemine denk gelindiyse takatakatatka sesleri eşliğinde delinmeye başlıyor.
Temel kazısı tamamlanınca inşaat işçilerinin hummalı faaliyetleri başlıyor, demirler yerleştiriliyor, temel atılıyor, yeni gürültü nesnesi olarak beton pompaları çalışmaya başlıyor.
Katların çıkılması tamamlanınca gürültülü faaliyetler nispeten azalıyor ve binanın sıvanması, katların iç donanımlarının yapılması işlerine geçiliyor.
Sonra bir gün o her zaman yürüdüğüm yolda bir yadırgama hissiyle başbaşa kalıyorum, zira binanın önündeki tahta ve metal perde kaldırılmış ve bahçe düzenlemesi işlerine geçilmiş oluyor.
Ne kadar düşünürsem düşüneyim, bir türlü hatırlayamıyorum; orada daha önce nasıl bir bina vardı, kaç katlıydı, altındaki dükkan ne satardı...
Ve böylece bu hızlı değişimleri yaşayıp öylece geçerken, belki de hiç farkına varmadan hayatımız bir çeşit aşınmaya uğruyor.
Tuhaf zamanlardan geçiyoruz, tuhaf.
Şu güneşin altındaki bankta otursak, ağaca, denize baksak biraz içimiz geçse ve uyandığımızda daha mutlu olduğumuz bir zamanda bulsak kendimizi.
Olur belki...







